Onur, çoğu zaman dış etkenlere bağlı sanılır.
İnsanlar, kendilerine yapılanlarla değer biçer, haksızlığa uğradıklarında onurlarının zedelendiğini düşünürler.
Oysa gerçekte, insanın onuru başkalarının ona ne yaptığıyla değil, onun ne yaptığıyla şekillenir.
Bize yapılanlar bizim kontrolümüzde değildir; fakat bizim yaptıklarımız tamamen bize aittir.
Bazıları onuru bir savunma mekanizması olarak kullanır.
En küçük bir eleştiriyi bile onurlarına saldırı sayar, her olayı kişiselleştirir ve tepki verirler. Ama onur, tepki göstermek değil, duruş̧ sergilemektir.
Gerçek onur, insanın başkalarının tutumuna göre şekil almaz.
Sabır, vicdan ve dürüstlükle hareket eden kişi, en ağır haksızlıklar karşısında bile onurunu korur. Ancak kin, intikam ve küçük hesaplarla hareket eden, farkında olmadan kendi onurunu parçalar.
Onurlu olmak, her zaman galip gelmek değildir.
Bazen onurlu kalmak için kaybetmeyi göze almak gerekir. En büyük sınav, insanın zor anlarda verdiği kararlarda saklıdır.
Bir insan, “Ben onurumu koruyorum” diyerek başkalarına zarar veriyorsa, aslında kendi değerini yok ediyordur.
Onur, intikamla değil, adaletle korunur.
Saygısızlıkla karşılaştığında, sen de aynı şekilde mi karşılık veriyorsun? O zaman karşındaki kişi değil, sen kendi onurunu zedeliyorsun.
Sana iftira atıldığında, sen de iftiraya mı başvuruyorsun? O zaman senin onurun, iftiraya uğramaktan değil, iftiracı olmaktan zarar görüyor.
İnsan onuru, düşmanın darbeleriyle değil, kendi vicdanına attığı çelmeyle yıkılır.
İnsan onurunu kaybetmek istemiyorsa, öncelikle kendine yakışanı yapmalıdır.
Gerçek onur, dış̧ etkilerden bağımsızdır.
Başkalarının yaptıkları, insanın durusunu belirlemez.
Kendi hatalarını görmeden sürekli dış etkenleri suçlayanlar, aslında onurlarını en çok zedeleyenlerdir. Çünkü̈ kaybedilen onur, başkalarının saldırısıyla değil, insanın kendi tercihiyle yok olur.