Ufuk Çetinkaya

Bu Şehir İçinde Yaşayan Herkesindir

Ufuk Çetinkaya

İnsanlar doğduğu, çocukluğunun geçtiği, her köşesinde anılarının bulunduğu şehrin en ufak değişikliğini bile fark ederler. Bu tıpkı bir evin oturma odası veya mutfak ya da salonunda yapılan değişiklikler gibi. Olumsuz değişiklik de, olumlu değişiklik de hemen kendisini hissettirir. Ancak içinde yaşayan çoğunlukla bunun farkına varmaz. Dışarıya çıkacak bir süre sonra yeniden gelecek.

Evde de durum aynı; bazen ihtiyacın olmayan bir şeyin nerede olduğu senin umurunda olmaz, ta ki ihtiyacın olana dek.

İşte o zaman evdeki değişikliğin farkına varırsın.

Her şehirde olumlu ve olumsuz birçok değişiklikler göze çarpar.

Hangisi ağır basar; hangisi bugün eseri, hangisi öteden beri geliyor, hangisi bizim ihmalimiz, hangisi sizin ihmalimiz, hangisi yönetenlerin ve hangisi yönettiğini sananların ihmali, bir çetelesini tutmak mümkün değil.

Ya da tam tersi hangisi bizim başarımız, hangisi sizin başarınız, hangisi yönetenlerin başarısı, bunu bilmek pek mümkün değil.

Sahipsiz Kent” sarmalına bir kez daha sarılıp, bir kez daha sorunu başkasına, çözümü de çok başkalarına atmanın bir âlemi yok.

Bir kent, içinde yaşayan herkesindir.

Sorunu da, çözümü de yine onlarındır.

Sokağında çöp varsa, gelişi güzel sağa sola atılıyorsa, sorun belediyenin değil, sokağa çöp atılmayacağını bilmeyenlerindir.

Çöp, basit bir örnek ama genellediğinizde veya her soruna aynı mantıkla yaklaştığınızda o kadar da basit olmadığı anlaşılır.

Kazana ne koyuyorsak, kepçemize o geliyor.

Bizi yönetenler, bizim gibi insanlardır; içimizden çıkan, bu şehrin havasını soluyan, suyunu içen, derdiyle dertlenendir. Yöneten de, yönetilen de aynı şehrin insanı olunca sorunu başkasında değil, kendimizde aramak gerekiyor.

Gezdiğim her yerde sorun ve çözüme böyle bakıyorum.

Bir şehrin bizim olması için illa orada doğmamız gerekmiyor. Büyümemiz de gerekmiyor, yaşamamız gerekiyor.

Bir şehirde yaşıyorsak, ya doğduğumuz yerdir ya doyduğumuz. Her iki durumda da “bize ait” bir şeyler var demektir. Doğduğun yer olsa da, doyduğun yer olsa da sana ait bir şeyler var, sana dair çok şeyler vardır. Olumlu ve olumsuz her değişim, senin açından da önemlidir.

Üzerine ölü toprağı serpilen çok şehir var. Kendi küllerinde kaybolan şehirlerin ardı arkası gelmiyor ve yine kendi küllerinden doğanlar da orada yaşayanları, hatta o şehri sevenleri memnun ediyor.

Ölü toprağı serpilmek, o şehrin ölmesi için yeterli değil. Kendi küllerinde kaybolmak da o şehrin bittiği manasına gelmez.

Önemli olan, yaşadığımız şehrin durumunu her türlü kaygı, korku ve sevgiden arınarak değerlendirme yürekliliğini göstermektir.

Falanca kızar, falanca üzülür, falanca kırılır, falancanın ekmeğine yağ sürülür, falanca ekmeğinden olur.. diye kaygı, korku ve sevginizi uzatırsanız, o ölü toprağı asla üzerinizden atılmaz. Hele bunu kendi basit menfaatlerimiz için yapıyorsak, zaten o durumu çoktan hak edenler arasında yerimizi almışız demektir.

Böylece kendi külleriniz gittikçe katmerleşir, kalın bir tabaka halinde sadece şehri değil, içinde yaşayan insanları da boğup, bunaltmaya başlar.

Eğer bir şehrin belli bölümleri “terk edilmiş” şekle bürünmüşse, 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl, belki de 50-60 yıl boyunca aynı sorunları, aynı şekilde dile getiriyor ve aynı çözümleri dillendiriyor ama hiçbir şey olmuyorsa, orası kendi küllerinde boğulmaya başlamış demektir.

Şu şehir, bu şehir değil, şu sorun, bu sorun değil, her ilde her sorun aynı şekilde değerlendirilmeli, çözüm için de o şehrin ve orada yaşayanların menfaatine adımlar atılmalı. Aksinde katmerleşen her kül tabakası, orada yaşayanların, “yaşadığını sanma yanılgısını” sürdürür durur.

Gezdiğim her şehre aynı mantıkla bakıyor, aynı şekilde değerlendirmede bulunuyorum ama bundan muaf olan, doğduğum ve doyduğum iki güzide şehirdir. Diğerleri, bir süreliğine ziyaret ettiğimiz, geçici bir süre sorunlarıyla boğuştuğumuz yerlerdir. Ama orada yaşayanlar, en ufak sorunla da, en büyük sorunla da yaşamak zorundadır.

Sorunla yaşamayı sürdürenlerin, çözüm için boş yere çene yormalarına gerek yoktur.

Unutulmasın ki, hiçbir sorun çözümsüz değildir.

Yeter ki o sorunda sorumluluğumuzu fert fert bilelim.

Çözümü için yine fert fert çaba sarf edelim.

Gerisi o kadar kolay ki, oturma odanız, salonunuz, mutfağınız, yatak odanız, banyonuz soluk aldığınız bahçeniz değiştiğinde “biz ne güzel şeyler başarmışız” diyebiliriz.

Aksinde ise devam eden her soruna yeni katmerleşen sorunlar eklenir durur, nereye kadar?

Yazarın Diğer Yazıları