Kadir Atıcı

Edebiyat Yapmak Mı Lazım ?

Kadir Atıcı

Peyami Safa, ne güzel söylemiş; “Aslında edebiyat, yalnız yazmak değil, aynı zamanda susmaktır.Edebiyatın güzelliği asıl sessizliğinden gelir.”

Edebiyat yapmak mı gerekiyor yoksa “edebiyat yapma” lafı ile yapmamak mı? Türk Dil Kurumu sözlüğünde üç farklı tanımı var. Bunlardan birincisi; isim Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı, İkincisi;  Bir bilim kolunun türlü konuları üzerine yazılmış yazı ve eserlerin hepsi, literatür. Ve üçüncüsü toplum içinde sık kullanılan ifadesi; İçten olmayan, gereksiz, yapmacık, boş sözler. Niçin bu üçüncü ifade var anlamakta güçlük çekerim. Neden mi? Çünkü “Edebiyat” kelimesi, Arapça “adabiyyāt” kelimesinden gelir. Kelime “adb” kökündendir ve sözlükteki anlamı şöyledir: görgü, terbiye, konuk ağırlama adabı, yaşam tarzına ilişkin hikâye ve gözlemlerden oluşan anlamlarına gelen “adab” kelimesinin çoğul halidir de ondan…

Edebiyat kelimesi, Fransızcada “literatüre” olarak geçmektedir. Çünkü Latince “harf” anlamına gelen “littera” sözcüğünden türetilmiştir. 

Türk edebiyatımızda “edebiyat” terimi Tanzimat’tan sonra kullanılmaya başlandı. Daha önceleri bu terimin yerine, “şiir” ve “inşâ” (nesir) sözleri kullanılırdı. Arapçada “ilm ül-edeb” (edep bilimi) adı altında “söz ve yazıda yanlış yapmamayı öğreten bilim” anlamında kullanılan “edeb” sözcüğü, Tanzimat döneminde, asıl adı İbrahim Şinasi olan fakat edebiyat dünyasında Şinasi olarak bilinen yazarın bir yazısında “lenn-i edeb” diye anılarak iyi ahlak öğrettiği için edebî denildiği o yolda yazanlara da “edib” adı verildiği hatırlatıldı. Fakat “edeb” kelimesinden türetilen “edebiyat” terimini ilk olarak kimin kullandığı tam olarak bilinmemekle birlikte ilk edebiyat terimi örneğini, asıl adı Mehmet Kemal olan sonradan Şair Eşref Paşa tarafından “Namık” adını veren Namık Kemal olarak bilinir. Bu yazarın, “Lisanı Osmani’nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülâhazatı Şamildir” başlıklı uzun makalesinde Edebiyat terimini kullandığını görmekteyiz. Recaizade Mahmut Ekrem’in “Talim-i Edebiyat” adlı kitabından sonra “Edebiyat” terimi, iyice yaygınlaşır ve artık makale ve kitap adlarında da kullanılmaya başlanır. Türk edebiyatı tarihinde "ilk yerli roman" olma özelliğine sahip olan "Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat” adlı eserin yazarı olan,  Şemsettin Sami’nin “Lisan ve Edebiyatımız”, Mehmet (Ebülziya) Tevfik’in “Nümune-i Edebiyat-ı Osmaniye” ve asıl adı Ömer olan Muallim Naci’nin “Istılahat-ı Edebiyye” adlı eserleri bunlardan bazılarıdır.

Yabancı yazarların edebiyat nedir sorusuna aradıkları cevap ve eleştirilerinin farklı üslupların yansımalarına tanık olmaktayız.

Asıl adı “Marie-Henri Beyle” olan Fransız yazar Stendhal, Önceleri tiyatro ve felsefe ile ilgilenmiş, sonradan yazın dünyasına dâhil olarak roman yazmaya başlamıştır. Stendhal, edebiyatı; “bir roman yol boyunca gezdirilen ayna” olarak yorumlar. Georgi Valentinoviç Plehanov ise “Edebiyat ve sanat, hayatın aynasıdır.” demiştir. Edebiyat gerçekten hayatın aynası mı? Yoksa hayatın farklı bir yorumlanması mı? Burada ayna olmadığını eleştiren ve edebiyatında bir sanat olduğunu perçinleyen M. Parkhomenko ve A. Myasnikov’u bi okuyalım; “Sanat çoğu kez aynaya benzetilir. Bu benzetmenin yanlışlığı, on dokuzuncu yüzyıl klasiklerinin bile gözünden kaçmamıştır. Ayna, karşısında duran nesneleri donuk biçimde yansıtmaktan öte bir şey yapmaz, oysa sanat gerçeğin özüne doğru çok inebilmek için gerçeği seçer, çözümler ve yeniden biçimlendirir.” şeklinde eleştirmişlerdir.

Boris Suchkov ise iki fikrin sentezi olarak; “Sanat ve edebiyat yapıtlarının çizdiği dünya, gerçekliğin körü körüne bir kopyası değildir, ama dünyanın rengini ve kokusunu kendinde muhafaza eder, şu basit nedenle ki, sanat her zaman için doğanın ve insan hayatının en özlü yanlarını ele almıştır. Her hakiki sanat yapıtının bir bildirisi olması gerekir; bu bir sanat yapıtının var olabilmesinin temel koşulu ve hayatî öğesidir. Sanat, gerçekliğin büyük disiplinine ancak boyun eğebilir, ona yardım edemez…” tanımını getirmiştir.

İngiliz edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton ise; “Sağlam ve değişmez değerleri olan ve birtakım ortak özellikleri paylaşan eserler anlamında bir edebiyat tanımı olamaz.” der.

Aslında, edebiyat terimi üzerine söylenen her tanım, edebiyatın bir parçasını oluşturmaktadır. Bu parçalar bizi bütüne doğru götürmektedir. Çünkü Edebiyat, kişinin duygu ve düşüncelerini, kendine özgü bir dil kullanarak, estetik kurallar çerçevesinde, yazılı veya sözlü olarak dile getirmesidir. Eseri ortaya koyan sanatçı gerçek hayattan esinlendiği olaylar (Ayna) ya da fikirler ile kendi kafasındakileri harmanlar (yeniden biçimlendirme). Bunun sonucunda eserler hem gerçek hayattan, hem de sanatçının duygu, düşünce ve hayallerinden izler taşır.

Yazarın Diğer Yazıları