Kadir Atıcı

Harput'ta Bir Zekat Penceresi

Kadir Atıcı

Sözlükte “gerçek olmak”, “doğruluk” gibi anlamlara gelen “sıdk” kökünden türeyen “sadaka” kelimesi İslam inancına göre Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için ihtiyaç sahiplerine yapılan gönüllü veya zekât gibi dinen yapılması zorunlu, nakdi ve ayni yardımları ifade eder.

Toplumların zihniyetini yansıtan en önemli kaynak maddi kültür unsurlarıdır. İbn-i Haldun, meşhur eseri Mukaddime’de, toplumların maddi kültür değerlerinin yanında manevi kültür değerlerini de ayrıntılı olarak ele almış, neticesinde ise bir toplumun gücünde ve ömrünün süresinde manevi değerlerinin, yani zihniyeti oluşturan değerlerin belirleyici olduğu sonucuna varmıştır.

Osmanlı döneminde şehirlerin belirli noktalarına konulan "sadaka taşları", İslam dininin, insanlar arasındaki yardımlaşmanın, büyük bir incelikle yerine getirilmesini sağlıyordu. O zamanlar fakir ve muhtaçlar, sadaka taşında birikenlerden sadece ihtiyacı olan şeyleri ve muhtaç olduğu miktar kadarını alarak, diğerlerini başkalarına bırakmaya özen gösterirlerdi. Bu kanaat, bu diğer-gamlık, bu ince düşüncede, her türlü takdire layıktır…

Çünkü Sadaka taşlarına para bırakmak ve oradan para almak için genelde akşam ve gece saatleri tercih edilirdi. Hem akşam karanlığı hem sadaka taşının yüksekliği para miktarının görülmesini engellerdi. Sadaka taşlarının bir başka özelliği de sadece para yardımı yapılabilecek tarzda inşa edilmiş olmasıydı. Kimin neye¸ ne zaman¸ ne kadar ihtiyaç duyacağı¸ her zaman net bir şekilde tespit edilemeyeceğinden dolayı Osmanlı insanı¸ ihtiyaç sahiplerine doğrudan para yardımı yapmayı daha doğru ve yerinde buluyordu.

Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver, sadaka taşlarının yapısı ve fonksiyonunu şu şekilde aktarıyor: "Sadaka taşı, iki metre boyunda mermer bir sütun. Üstünde bir çukur var. Geçen asırda, yolu buraya düşenlerden hâl ve vakti yerinde olanlar, mermerin üstündeki çukura bir miktar para bırakırmış. Derdini kimseye açamayan hakiki bir fakir, ihtiyacı olunca oradaki parayı alır. O günkü ihtiyacı bir kuruş mu? Yüz para mı? Onu ayırır, kalanını, kendisi gibi ihtiyacı olanları düşünme terbiyesi icabı yerine bırakır ve meçhul hayırsereve içinin memnunluğunu kalbinden ulaştırır ve dönermiş."

Farklı bir pencereden Harput’a bakmak…

Sare Hatun ve Saray Hatun Camii adlarıyla da bilinen yapının, Akkoyunlu Hükümdarı Bahadır Han’ın (Uzun Hasan) annesi Sara Hatun tarafından XV. yüzyılın ikinci yarısında inşa ettirildiği bilinmektedir. Sonrasında ise Cami, 1585 ve 1848 yıllarında yeniden inşa edilerek özgün şeklini yitirmiş; birde 1898 yılında minare eklenmiştir. Bu caminin bir penceresi vardır ki, Hayatın mayasına, manasına ve de toplumun sosyal yardımlaşma anlayışına sembol olacak bir özelliği vardır. Bize de, içinde bulunduğumuz kültürel yozlaşıdan sıyrılıp hayata bu pencereden bakmak düşer…  

Tarihte Harput ahalisinin İslam Medeniyetini yansıtan unsurlardan sadece bir tanesine değinecek olursak o da zekât penceresidir. Bu ahalinin, iyiliği ve doğruluğu fenalıklardan temyize medar olan dini terbiye ve dürüstlüğüne ne kadar bağlı bulunduklarını ispat eden Zekât Penceresini Sarahatun Caminde görmekteyiz.

İslâm’ın şartlarından en mühimi zekât meselesidir. Malûmdur ki, Müslüman olan zenginlere her sene mallarının kırkta birini hesaplayarak yardım etmek amacıyla hakikî muhtaç sahiplerine vermeleri farz kılınmıştır. İşte Harput halkından birçokları bu dini müeyyede ile her yıl zekâtlarını hesap ederek bir kese içerisine koyar, Sara Hatun Camiye gelirlermiş... Camiin içinde ve her iki kapısı arasındaki ara maksurede bulunan pencerenin içerisine bırakıp çıkarlarmış… Az zaman içerisinde pencerenin içi bu zekât keseleriyle dolarmış... Bu pencereye de zekât penceresi denilirmiş... Hakikî ihtiyaçları olanlar, bu pencerenin önüne gelir, bir kese alır giderlermiş... Burada dikkat ve hayret edilecek şey, bu keseler dolusu paralar, pencerede günlerce kalır, kimse elini sürmez, tenezzül edip de o tarafa bile bakmazmış... Sonra bu keseleri ancak zekâta muhtaç olanlar alırlarmış... Bunlar bir keseden fazla almadıkları gibi keseleri muayene edip hangisinde daha fazla para varsa, onu almak gibi bir bedbahtlıkta da bulunmazlarmış... İlk eline gelen keseyi alır, gizlice koynuna koyarak camiden çıkıp gidermiş... ve bunu sadece ihtiyaç sahibi müslümanlar değil gayrimüslim yoksullar da istifade ediyorlardı.

Ahlâkın metanetinin ve olgunluğunun kayda değer bir numunesi olan sadaka taşı, olanca güzelliklerine ve zarafetine rağmen değişen şartlar sebebiyle giderek ihmâl edilen, zamanla unutulup mukadderatına terkedilen bu fazilet abidesi günümüzde aranır duruma gelmiştir. Bir toplumu ayakta tutan inşa ettiği yapılar değil, inşa ettiği kültürel ve ahlaki değerlerdir… Bu değerler çerçevesinde inşa ettikleri yapılara mana yüklenirse işte o zaman şehrin bir ruhu olur. Ruhun olduğu her yerde insan-ı kâmil mertebesinde bir yaşam olur.

Yazarın Diğer Yazıları